Kayıtlı değilsiniz. Buraya tıklayarak ücretsiz kayıt olabilirsiniz.
Giris
Hala hesabınız yok mu? Hemen açabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yönetici, yorum ayarları ve isminizle yorum gönderme gibi avantajlara sahip olacaksınız.
Kayıt: Jan 07, 2004 Mesajlar: 193 Nerden: istanbul
Tarih: Çrş Arl 21, 2011 9:50 am Mesaj konusu:
Merhaba ;
Ahmet bey ; Sayenizde bende bu deyimin nerden geldiğini öğrendim. Teşekkürler.
Bende çok kullandığımız başka bir sözcüğün kökenini açıklamaya çalışayım.
ŞEREFİNE... hani içki içerken her kaldırdığımız kadehte söylediğimiz sözcük... Nerden geldiğini bilmeyenler için küçük bir hatırlatma.
Eskiden İçki içmek daha adaplı ağır bir şeydi.. hatırlayanlar bilir. Ancak içkinin de kendine özgün bazı özellikleri vardır. Malumunuz kimi içince aslan kesilir, kimisi tavşan.. İçkinin tesiri ile susanlar'da vardır çokca hatta fazlasıyla konuşanlar'da. İşte içkinin o ağır masalarında alkol alan abiler bu konuşulanların, anlatılanların sadece içki masasında kalmasını, başka ortamlara taşınmamasını istediklerinden, her içki masasına oturduklarında ; Birbirlerine "anlatılanlar burada aramızda kalacak değilmi" diye sorarlar ve anlatılmayacağına dair de yine birbirlerine Şeref' leri üzerine söz verirlermiş.
Sonra artık soru sormalar kalkarak yerine sadece verilen söz kalmış "ŞEREFİNE"...
Saygılarımla. _________________ Toaxe / Ercüment Oğuz
Aaaa süpeeer. Ne guzel ki bilmedigim yeni birseyi sayende ogrendim. Cok tesekkurler.
Ben de girgir olsun diye masadaki samimiyet durumu dogrultusunda "serefine" diyene, zamaninda Metin Akpinar-Zeki Alasya tiyatrosundaki bir espiriye dayanarak "seref de sana" derdim...
Bana birsey ogretene her zaman cok tesekkurler... _________________ Sevgiler.
V.Ahmet PINAR - IST. & Geyikli
Turkiye durmaksizin doguya giden bir gemidir, bazilari bu geminin guvertesinde batiya dogru kosarak batiya gittiklerini sanarlar (Filozof Sakallı Celal).
Neden sadece savcılara Cumhuriyet Savcısı denilir?
Lozan'da doktora yaptıktan sonra Atatürk tarafından 'Hukuk Reformu yapmakla' görevlendirilen Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, savcılar için 'Cumhuriyet Savcısı' unvanının isim babasıdır. Ata'nın huzurunda 'Hukuk Reformu' için fikir fırtınası yapılırken, Bozkurt çok tepki alır ve sıkıştırılır:
'Neden sadece savcılara Cumhuriyet Savcısı denilir?
Cumhuriyet Başbakanı,
Cumhuriyet Bakanı,
Cumhuriyet Müsteşarı,
Cumhuriyet Valisi,
Cumhuriyet Büyükelçisi olmuyor da,
Neden Cumhuriyet Savcısı?
Savcılara neden bu imtiyaz?
Atatürk, Bozkurt'a 'Ne diyorsun?' diye sorar.
Bozkurt'un cevabı çok net olur: 'Çünkü öyle zaman olur ki, cumhuriyeti korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen, büyükelçiden bile hesap sormak gerekebilir. İşte o hesabı soracak olan Cumhuriyet Savcısı'dır.'
Atatürk, gülümseyerek hoşnut kaldığını belli eder. 'Devam et Bozkurt' der...
Kayıt: Jan 07, 2004 Mesajlar: 193 Nerden: istanbul
Tarih: Cmt Arl 24, 2011 4:12 pm Mesaj konusu:
Merhaba,
Müsadenizle konuyu birazcık sulandıracağım
Büyük üstadların yorumlarına göre..
SİGARA / NARGİLE / PİPO
Sigara, sokak kadını gibidir.
Sebepleri:
Her köşe başında bulabilirsiniz.
Genellikle keyif için değil, ihtiyaçtan veya bağımlılıktan içilir.
İçtikten sonra izmariti atar gidersiniz. Kimse arkasına
bakmaz.
Her sigarayı sadece bir kere içebilirsiniz.
Yerlileri ucuz, yabancıları pahalıdır.
Yabancılarının daha güzel olduğu söylenir. Ama arkadaş ısmarladıysa yerli yabancı farketmez.
Tek içimlik olduğu için her nefes önemlidir.
İçinize çekmediğiniz durumlarda bile kendi kendine yanıp biter. Ulan ben bundan bişey anlamadım paraya yazık oldu dersiniz. Sonra bi tane daha yakarsınız.
- Nargile, genelev kadını gibidir.
Sebepleri:
Sokak ortasında içilmez, belirli mekanları vardır.
Mekan ne kadar iyise çeşit o kadar çoktur.
Mekana girer oturursunuz, nargile ayağınıza gelir.
İçtikten sonra alıp götürürler. Sizin zahmet etmenize gerek olmaz.
Aynı nargileyi defalarca kullanabilirsiniz. Ancak bir dahaki sefere kadar, (ağızlık değişse bile) başkalarının o nargileyi kullandığını bilmek rahatsızlık verir.
Sigaraya göre içmesi daha uzun sürer. Ama çok abartırsanız mekanın sahibi "hadi kardeşim kalk da yeni müşteri gelsin artık" der gibisinden pis pis bakar.
Acemiler için ilk seferi kafa döndürücüdür. Adamı fena çarpar.
- Pipo ev kadını gibidir.
Sebepleri:
Sakin kafayla, evde rahat rahat içilmesi gereklidir.
Sokakta veya işyerinde içilen bişey değildir.
Sizden başka kimse o pipoya elleyemez, içemez.
Yeni alınan bi pipo öyle hemen pofur pofur içilmez. Ahşabın açılması, iç
bölümün ateşle kavrulması gerekir. En azından 10-15 içimden sonra düzgün bir şekilde yanar hale gelir. O zaman bile keyifli bir içim için 5-6 ay geçmesi gerekir.
Pipo hergün hergün içilen birşey değildir. Bir kere kullandıktan sonra bir iki gün dinlendirmek gerekir. Hergün içmeye kalkarsanız ağzınızda acı bir tat bırakır. (içerdeki katran+nikotin karışımı kurumadığından)
İçmeden önce hazırlaması uzun sürer.
Tütünü düzgün bir şekilde yerleştirmek ve yaktıktan sonra
közün düzgün bir şekilde oluşması için tecrübe kazanmak gerekir.
Her piponun ayrı karakteri vardır. Birinde yaptıklarınız öbüründe işe yaramayabilir.
Yaktıktan sonra da çile bitmez. Ateşin sönmemesi için ateş arada bir alınan düzenli nefeslerle devamlı körüklenmelidir. Söndüğü zaman tekrar yakılabilir ancak ağızda nahoş bir tat bırakır. Eğer sönmüşse o gün için içmeyi boşvermeniz ağız tadı açısından daha mantıklı olacaktır.
Sigara veya nargile gibi her nefes içeri çekilmez. Bir ateşe
(ateşi canlı tutmak için) bir bana şeklinde içmek gerekir. Duruma göre iki
(veya üç) ateşe bir bana da olabilir.
İçip bitirdikten sonra da çile bitmez. Güzelce temizlemeli ve baş köşeye
kaldırılmalıdır. Yetirince nezaket göstermez, iyice temizlemezseniz,
intikamını bir sonraki içiminizi zehir ederek alacaktır.
Sürçü lisan ettiysem affola...
Saygılarımla. _________________ Toaxe / Ercüment Oğuz
Filinta
Bir tür tüfektir. "Filinta gibi delikanlı" ya ismini vermiştir. Özellikle kurtuluş şavaşı yıllarında kullanılmıştır.
Kumpur
İç anadoluda eskiden "patates" e verilen isim. "Kumpir" in isim babası
Kangru
Ya da Kangaroo. Avusturalya yerlisi, Aborjin dilinde "Hangisi" demektir. O ne, Bu ne diye çeşitli sorular soran kaşif, kangru yu sorunca, hayvanı sorduğunu anlmayan yerli yanıt verir "kangaroo (hangisi)"
Taksim
Eskiden su dağıtılan nokta olduğundan "Su taksim edilen (dağıtılan-paylaştırılan) yer" anlamında "Taksim" olarak kalmıştır. Dikkatli gözler dağıtım noktalarını meydan da görebilir. _________________ NC700X
Oooohhh suyundan da koy.
Bu yastayim, dogma/buyume Istanbul'luyum ve kokenim 4 nesil geriye gidiyor ama Taksim'in manasini simdi sayende ogrendim, ne guzel.
Cok tesekkurler gercekten...
Tutun tarifleri de cok guzeldi ama hicbirini onermiyorum... _________________ Sevgiler.
V.Ahmet PINAR - IST. & Geyikli
Turkiye durmaksizin doguya giden bir gemidir, bazilari bu geminin guvertesinde batiya dogru kosarak batiya gittiklerini sanarlar (Filozof Sakallı Celal).
Kayıt: Jan 07, 2004 Mesajlar: 193 Nerden: istanbul
Tarih: Sal Arl 27, 2011 8:36 am Mesaj konusu:
Merhaba ;
Mutlaka şiiri biliyorsunuzdur yada arada sırada içindeki sözcüğü kullanıyorsunuzdur ancak bilmeyenler için bir kez daha şiiri ve hikayesini anlatmaya çalışayım...
ABBAS
Cahit Sıtkı askerliğini yedek subay olarak yapmak üzere birliğine gider. O yıllarda yedek subay sayısı az olduğundan her yedek subaya emir eri verilmektedir. Birliğine gittiğinde bölük yazıcısından künye defterini ister. Sırayla isimlere bakmaktadır bir isim dikkatini çeker: Abbas oğlu Abbas. Sakat çolak eli yüzünden çürüğe ayrılmış biridir Abbas. Talim bitiminde askerin yanına gönderilmesini ister.Öğle saatlerinde kapı çalınır. Karşısında civan mert yiğit biri selam çakıp;
-Abbas oğlu Abbas emret komutan der.
Aralarında söyle bir konuşma geçer.
-Nerelisin?
-Memleket Mardin, kaza Midyat komutan
-Sen benim emir erim olur musun?
-Sen bilir komutan!.
Askere eşyalarını toplamasını ister ve kendi evinin altındaki boş yere taşınmasını ister. Zamanla askerin zekiliği sıcakkanlılığından etkilenir. Abbas her sabah erkenden kalkar Cahit Sıtkı ' ya kahvaltı hazırlar.Öğle yemeğini sormadan hazırlar.Tüm ihtiyaçlarını karşıdan bir istek gelmeden düşünüp yerine getirir.Erkenden kalkıp Cahit Sıtkı'nın kıyafetlerini ütüler hazırlar ve evin temizliğini yapar. Akşam olunca Cahit Sıtkı'nın sevdiği yemek ve mezeleri hazırlar. Zamanla aralarında komutan asker ilişkisinden daha güçlü bir dostluk bağı oluşur. Bu saf ve temiz Anadolu çocuğundaki sadakat ve temiz yürekten etkilenmiştir Cahit Sıtkı.. Zaman zaman karşısına alıp dertleşir ve bu Anadolu çocuğunun ruhunda gizli şeyleri keşfeder.
Akşamları rakı sofrası kurup en güzel kızartma ve mezeleri hazırlar Abbas. Aralarındaki duygu bağları güçlenir.Böyle bir keyif akşamında alkollü Cahit Sıtkı sorar;
-Sen İstanbul ' u bilir misin Abbas?
-Bilir komutanım.
-Orda bir Beşiktaş var bilir misin?
-Bilir komutan! Ben orda acemi birlikteydim. .
-Orda benim bir sevgilim var. Sen bana kaçırıp onu getirir misin?
-Elbet komutan!
Sabah olur Cahit Sıtkı bakar ki Abbas yeni asker kıyafetleri giymiş tıraş olmuş hazırlanmış. Cahit Sıtkı sorar;
-Hayırdır Abbas neden böyle hazırlık yaptın?
-Ben İstanbul’a gidecek komutan!
-Ne yapacaksın sen İstanbul’da?
-Sen söyledi bana. Ben gidecek sana sevgiliyi getirecek!
Gözlerindeki hüznü ve gözyaşlarını gizlemek istercesine arkasını dönüp kapıyı çarpar ve çıkıp gider Cahit Sıtkı... Fakat bu mert askerin, yüreği sevgi dolu Anadolu çocuğunun samimiyeti ve sıcaklığından duygulanır.
Akşam olur. Ağaç altında rakı sofrası kurdurur ve Abbas karşısına oturtur. Birlikte yer içerler ve Cahit Sıtkı o meşhur şiirini kağıda döker:
Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber Sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumanı,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş ' tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
Saygılarımla. _________________ Toaxe / Ercüment Oğuz
Kaltak: Genişçe bir tahtadır.Altında sivri taşlar çakılıdır.Sap ile samanı ayırmak için kullanılırdı.Kara saban da denir.Harman yerinde iyi iş görmesi için herkes üzerine binermiş ve ağırlaştırırmışı eski zamanlarda."Herkesin üzerine bindiği" anlamında argoya kazandırılmıştır. _________________ http://www.batidispoliklinigi.com/
Kayıt: Jan 07, 2004 Mesajlar: 193 Nerden: istanbul
Tarih: Çrş Arl 28, 2011 4:58 pm Mesaj konusu:
Merhaba,
Her telde gezerekten bu defaki anlatım konusunu gene çoğumuzun aslında bilmeden bilirmiş gibi yaptığımız önemli bir olaydan seçmek istedim...
TÜRKÇE EZAN
Yaşları ellinin altında olanlar, yani gençler pek bilmezler. Türkiye minarelerinde "Tanrı uludur" diye Türkçe ezan okunurdu. 18 yıl devam eden Türkçe ezanın öyküsü şöyledir.
Atatürk, Kuran ve ezanın anlaşılarak ibadet edilmesi için Türkçeleştirmeye karar verince Bursa'ya gelmiş ve din adamlarını toplayarak "Ezan nedir?" diye sormuş. Din adamları "İbadete ve namaza çağrıdır" cevabını vermişler. Atatürk'ün bu cevap üzerine "Kur'an'da ve peygamberimizin hadislerinde ezan Arapça okunacak diye bir emir var mı?" diye sorunca, din adamları "Yok" demişler. Bunun üzerine "Öyleyse Türk halkını ibadete kendisinin anlayacağı dille çağırmak daha doğru olmaz mı?" sorusunu yönelten Atatürk'e "Doğru olur" cevabı gelmiş.
Ezanın;
Tanrı uludur;Tanrı uludur
Şüphesiz bilirim bildiririm
Tanrıdan başka yoktur tapacak
Şüphesiz bilirim bildiririm
Tarının elçisidir Muhammed
Haydin namaza, haydin felaha
Namaz uykudan hayırlıdır
Haydi namaza, haydi namaza
şeklinde Türkçe okunmasına 15 Temmuz 1932 tarihinde karar verildi. Çok dikkat çekicidir; Atatürk'ün Bursa'dan ayrılmasından ve Meclis'ten yasa çıkmadan Bursa'da "Türkçe ezan " okunmaya başlanmış olmasına rağmen, ilk ve son başkaldırı 1 Şubat 1933 günü Bursa'da oldu.
Kozanlı İbrahim namındaki Nakşibendi tarikatı şeyhi cuma namazından sonra müritleriyle beraber "Şeriat istiyoruz. Arapça ezan istiyoruz" bağrışlarıyla nümayiş yaptıktan sonra aynı grup, camiden çıkarak Allahüekber tekbir sesleriyle Yeniyol'daki Evkaf Müdürlüğü önüne geldi.
Oradan tekbir getirerek Vilayet önüne gelip eylemlerine devam ederken, gelen güvenlik güçleri hepsini toparlayarak gözaltına aldılar.
Vali, emmiyet müdürü, jandarma komutanı ve savcı olayın büyütülmemesini istemişlerse de, zamanın Belediye Başkanı Ali Muhiddin Dinçsoy, Atatürk'e çektiği yıldırım telgrafında "Bursa'da irticai ayaklanma oldu" diye bildirmiş.
Telgraf Atatürk'ün eline geçer geçmez, trene binerek soluğu Karaköy istasyonunda alıyor, oradan da otomobille sabaha karşı Bursa'ya geliyor ve başta vali olmak üzere bütün yetkilileri olayı hemen kendisine bildirmedikleri için sigaya çekiyor. Gece köşkte olay tartışılırken Atatürk "Gençler siz neden mürtecilere karşı çıkmadınız?" diye sorunca ayağa kalkan bir genç "Biz Bursa gençliği olarak..." diye söze başlayınca Atatürk sözünü keserek "Bursa gençliği yok. Türk gençliği var" dedikten sonra devam ediyor:
"Türk genci devrimlerin sahip ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Rejimi ve devrimleri benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük ve en büyük bir kıpırtı ve hareket duydu mu, bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, adliyesi vardır demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla ,sopa ve silahla, nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır. Polis gelecektir, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir diye düşünecek ve asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkum edecektir. Gene düşünecek, demek adliyeyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek gerek, diyecek. Onu hapse atacaklar. Kanun yolunda itirazlarını yapmakla beraber, başbakana, meclise telgraflar yağdırıp haklı ve suçsuz olduğu için, tahliyesini, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki: Ben inanç ve kanaatımın icabını aptım. Müdahale ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız gelmiş isem bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek benim vazifemdir. İşte benim anladığım Türk genci ve gençliği budur."
Bu olayın zanlıları topluca Çorum'a götürülerek mahkeme tarafından çeşitli cezalara mahkum edildiler.
Türkçe ezan 195O yılı temmuz ayına kadar sürdü. Çok dikkat çekicidir ki; Türkçe ezan dahil olmak üzere Atatürk'le beraber tüm devrimlerde milletvekili, bakan ve başbakan olarak imzası bulunan Celal Bayar'ın genel başkanı olduğu Demokrat Parti'nin iktidara geldikten sonra ilk çıkardığı yasa, "Türkçe ezanın Arapça'ya" dönüştürülmesidir. Zaten o zaman kopan ip, bizi bugünlere getirdi....
Saygılarımla. _________________ Toaxe / Ercüment Oğuz
Bu forumda yeni konular açamazsınız Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız