Kayıtlı değilsiniz. Buraya tıklayarak ücretsiz kayıt olabilirsiniz.
Giris
Hala hesabınız yok mu? Hemen açabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yönetici, yorum ayarları ve isminizle yorum gönderme gibi avantajlara sahip olacaksınız.
Tarih: Pts Şub 14, 2005 7:29 am Mesaj konusu: MARMARİS-ÇINAR'A BİR GEZİ (The Gamsızs)
Aslında gitmek istediğimiz yer Çınar değildi. Biz önce Denizli-Sarayköy’de olan Termal Umut Resort’e niyetlenmiştik. Ama orada yer bulamayınca rotayı güneye; Çınar’a çevirdik.
Toplanıp aynı anda yola çıkmak ne yazık ki mümkün olmadı. En büyük fedakârlığı ise Pınar ailesi yaptı. Efendim Şebnem Hanım bebek beklediği için bir süre motor tepesinde gezemeyecek. Oytun Bey’de eşini yalnız bırakmamak için arabaya talim edecek, bu bir süre böyle olacak.
Gezini genel listesi şöyle:
Fulya & Zafer AKÇAY Yamaha FZ6
Nazan & Uğur ERTEKİN Honda ST 1300
Şengül EKİNCİ & Erkan DEMİREL Yamaha FZ6
Arzu & Gürkan BIYIKLI BMW R1150GS
Murat KOPARAL BMW R1100GS
Şebnem &Oytun Pınar & Utku AKÇAY Toyota Araba
Olsun, maksat gönüller bir olsun. Güneşli bir gün, hava yaklaşık 5 derece. İlk kafile bir motor bir araba şeklinde. Oytun, Şebnem Nazan ve Utku arabada biz de motordayız. İlk durak Altınoluk Kahvaltı evi…
Sıkı bir kahvaltı keyfinden sonra, pür neşe yola koyulmaya hazırlanıyoruz. BU geziye öncü grup çıkartmamızın önemli bir nedeni var. Malum hava soğuk. Kalınacak yerde bilumum elektrik sobalarını ve şömineleri yakmak lazım ve de bunu birilerinin yapması lazım. Hah işte o birileri biz oluyoruz. Ama ne gam. Güle oynaya gideriz işimizi de layıkıyla yaparız, hayde bre efeleeeeeeeeeeeeer
Az gidiyoruz, uz gidiyoruz. Dere tepe düz gidiyoruz. Gece gündüz yol gidiyoruz. (Yok, aslında pek de öyle değil. Tünel orası: Selatin Tüneli. Bu tünelde pek bir meşhurum. Radyolara giren frekansta konuşan ses benim ehü ehü )
Bir motor, bir araba aslında pek de homojen bir yapı oluşturmuyor. Oytun’un bu konuda gösterdiği üstün çabayı takdir etmek isterim. Bir motorla yolculuk yapmak ne demek, onu yapan bilir. Ara-derelerden giden motoru takip etmek her babayiğidin harcı değil. Burada gözlerinden öpüyorum Oytuncuğum.
Ama her şey de bir yere kadar. Türkiye’deki ender motor yollarından biri, Çine-Yatağan arasındaki 35Km’lik yoldur. 3 şeritli ve harika gripli, süper virajlı bu yolda motor kullanmak, harika duygular yaratır.
İşte virajların başlangıcı. Bu enstantaneden sonra Oytun ve Şebnem ile 35 Km sonra görüşüyoruz. Motorcu olup bu yolda azmayana rastlamadım.
Yatağan yakınlarında tekrar buluşunca bir kahve molası veriyoruz. Ben de bu sırada Oytun garibimi teselli ediyorum.
- Abi aklı olan bu havada motora binmez...
- Nedir abi o hör hör rüzgar falan…
- Ohh açacaksın radyonu mis gibi…
Ne söylesem boş. Oytun gülümsüyor, ama altında yatanlar çok farklı. Eeeee kolay mı kardeşim ana-baba olmak. Biz de geçtik bu yollardan. Çekeceksiniz ehü ehü ehü.
Tekrar yola çıkıyoruz. Önümüzde motorcular için bir başka top yol olan Sakar inişi var. Yine arabaya veda etme zaman geliyor. İlk virajda beraberiz, ama sonrasında onlar manzara seyrederken biz adrenalin yükleniyoruz. Gidenler bilir, müthiş bir yükseklikten, bir-kaç dakikada deniz seviyesine inersiniz. Sağ-sol virajlar birbirini takip eder ve sizi de içine çeker.
Bu kadar virajdan sonra arabanın özellikle arka koltuğunda oturanlar biraz şekil değiştirirler bu da çok normaldir. Nazan Hanım kusmadan az önce hehehehehh
Hızlı gidiyoruz evet doğru. Ama bizi bekleyen şeylerin farkındayız da ondan. Mis gibi bir doğa, kuşlar, ördekler, sincaplar, kazlar, tavşanlar, çınar ağaçları, şelaleler…
Ve
Ve
Ve
Bazlamalaaaaaaaaaaaaaar.
Neyse efendim, kayıtlarımızı yaptırıp oda numaralarımızı aldıktan sonra, düşüyoruz yollarla. İşte kalacağımız bungalovlar. Portakal bahçesinde tümüye ağaçtan yapılmış şirin mi şirin bungalovlar.
Ha Oytun Bey mi? O ördeklerle ilgileniyor.
Güneş harika, hava sıcaklığı 15 derece dolaylarında. Güneş altındaysanız dışarıda oturmanızda hiçbir sakınca yok. Odalara yerleşmek için kendimize ayırdığımız süre yarım saat. Bu, serbest zaman gibi. İsteyen istediği şekilde değerlendirebilir. İster güneşlenirken dergi okursunuz (Ki dergi Diva olmak zorunda. Çünkü editörü bir Gamsız: Didem Aslantürk)
İster küçücük mekânlara yerleştirilmiş yer yataklarında yolculuğun yorgunluğunu atarsınız.
Bu yarım saatlik serbest zamanın sonunda ise buraya erken geliş nedeniniz karşınıza dikiliverir. Bu bir yarış gibidir. En iyisini yapmak önemlidir. Evet, evet şömine yakmaktan bahsediyorum. Önce 3 odanın şömineleri yakılacak. Bu iş için görevlendirilen arkadaşlar şunlar: Oytun, Nazan ve Zafer.
Hummalı çalışma başlar. Önce odun toplanacaktır. Allahtan işletmenin şöminelerini yakmak için kesilmiş odunların yeri kısa zamanda keşfedilir. İtinayla odunlar oradan çalınır ve odalara taşınır. Sırada çıra ve gazete kâğıdı bulmak vardır. Nazan Hanım büyük bir cesaret örneği göstererek, bal peteklerinin çerçevelerine saldırır. Neymiş bunlar harika çıra olurmuş. Bir-kaç arıyla tepiştikten sonra kazanan o olur. Gazeteyi de işletmeden bulduktan sonra incelik isteyen iş başlar.
Ama hiç bir şey resimde göründüğü gibi değildir. Şömine yakmak zor iştir. Zavallı Zafer, Utku’nun tün çabalarına karşın harıl harıl bir şömine elde edemez. Nazan, kendinden beklenmeyecek bir başarıyla en büyük ateşe sahip şömineyi yakar. Kendine “Tek Çakmak Şömine” lakabını takan Oytun Bey de çok başarılıdır. Bu başarısızlığın ardından Zafer Beyin elinden “şömine yakma” belgesi alınır ve bir Karadeniz kadını olan Fulya Hanım’a verilir.
Bilirsiniz şömine yakmak insanı çok acıktırır. Ne, bilmez misiniz? Öğrendiniz işte. Alla alla…
Akşam yemeğine kadar bizi idare edecek bir şeyler yememiz lazım. Doğru ocağın yanına. Oooooh afiyet olsun.
Ne yediğimizi merak ettiyseniz onu da söyleriz tabii. Az ötede ocakta yapılan bazlamalar geliyor önce; yanında tereyağı, ceviz ve tulum peyniriyle. Sonra da özel birkaç yamek falan işte…
BU kadar yedikten sonra, bunları eritmek lazım deyip, vuruyoruz kendimizi yollara. Yaklaşık 50m uzaklıkta olan Muğla Evlerine kadar yorucu bir yürüyüş gerçekleştiriyoruz. Aslında genelde yemekten sonra yürümek yerine yatmayı tercih ederiz ama doğa falan olunca yorulmayı göze alıyoruz tabii… Çınar’da bizim gibi bungalovlarda kalınabildiği gibi, burada görülen Muğla Evleri’nde de kalınabiliyor. Burası daha lüks tabii. Otantik döşenmiş şirin evler bunlar da. Ama diğer tarafın salaşlığına ve şirinliğine sahip değiller bizce. Olsun deyip bunları da geziyoruz.
Tüm Çınar’da olduğu gibi, burada da detayla çok iyi düşünülmüş. Gerek evler gerekse çevre bizi kendine hayran bırakıyor. İşte kalınabilecek Muğla Evleri…
Çevre düzenlemesi büyük bir ustalıkla gerçekleştirilen bu harika yerde, insan her şeyi yapabileceğini sanıyor. İşte Oytun Bey. Oradaki yapay pınara en az 3m uzaklıkta olmasına rağmen, su içme pozisyonunda. Hey Oytun Bey siz kimi kandırıyorsunuz yaw? Hem o bastınız yer bi kayarsa görürsünüz barby’nın pointini sonra.
Burada tabelalar çok ilgin. Her şey gibi onlar da ince bir düşüncenin ürünü. Bu tabelayı görür görmez şu şekilde okudum. Key-fo-tu-rağı. Daha doğrusu şöyle: Keyfo-turağı.
Bu da ne beeeee? Falan gibi acayip düşüncelere gark olmuşken, işin aslının bir ulamadan kaynaklandığını fark ettim.
Keyfoturağı, buraya boşuna verilmiş bir isim değildi. Gerçekten de burada bir kefyoturağı vardı. Eeeeee işin içinde keyif olunca bizde akan sular durur. Oytun Bey ve ben burada biraz keyif çatalım dedik.
Az ileride, havuza çıkan yolda bir başka tabela: “ŞİRŞİRMINARI” hoppalaaaaa. Bu da ne yaw? Şirşir tamam anlaşılabilir. Ama bu MINARI da ne ola ki? Pınarı olsa onu da anlayacağız ama değil. Mınarı işte. Ya kardeşim, biz buraya kafa dinlemeye geldik, kafa yormaya değil ki yaaaa.
Tabelalara kafa yormayı bırakıp, biraz daha çevre tanıma faaliyetlerine ağırlık verdik. Buraya adını veren ulu çınarlar oldu bu kez durağımız. Dev çınar ağaçları, mevsim uygun olmadığı halde bizi büyülüyordu. Bakınız koskocaman Şebnem Hanım bile ağacın yanında sincap kadar kalmış.
Bu kadar doğa turu ve yorgunluk biz Gamsızlara göre değildi tabii. Acilen dinlenmemiz, tembellik yapmamız ve şarj olmamız gerekiyordu. Odaya döndüğümüzde bu kez Fulya Hanım işe el atmış, şömineyi başarıyla yakmıştı. Yuh Zafer Bey size vallahi yuh.
Odada şömine başında koyu bir sohbete dalmışken, telsizlerden gelen ses bizi çok şaşırttı. Bir bay ve bir bayan karşılıklı konuşuyordu.
- Ya buralarda bir yerde olacak.
- Evet ama bulamadık işte, sorsaydık keşke
- Köprüyü geçince sağa döneceğiz, burada öyle yazıyor.
Evet, evet bunlar Erkan ve Şengül’dü. Hemen telsizi alıp “aluuuuu, ulaaaaa” diye garip sesler çıkarttım. Erkan, kara görmüş denizci gibi sevindi beni duyunca. Bizden oldukça uzak olmalarına karşın telsiz çekmişti. Verdiğimiz paralar feda olsun. Karşılama komitesi iş başında.
Deponun üstüne yapıştırılmış bir harita ve dataylı tarif bizi oldukça güldürdü. Ama bu tarif sayesinde Erkan burayı eliyle koymuş gibi bulmuştu, helaldi yani …
İşte Fulya’nın yaktığı şömine. Aslında ben de yakabilirdim tabii ama yerim dardı falan yani..
Bu sırada gezi sonrası başımıza gelen olaysa telaşlanmamıza sebep olmuştu. Nazan eşyalarını almak için arabanın anahtarlarını almış sonra da kaybetmişti. Elde telsizler dörtbir yerde herkes anahtar aramaktaydı. Hava kararmak üzereydi ve umutlar gittikçe tükeniyordu. Nazan ağladı ağlayacak, oraya buraya telefon ediyor, servis falan arıyordu. Biz de “dön baba dönelim” şeklinde gezdiğimiz yerlerde anahtar arıyorduk.
Tam da umutların tükendiği sırada, çok kabiliyetli eşim Fulya’dan bir ses yükseldi: Buldum, bulduuum.
Anahtarı bulduğu yer inanılmazdı. Kaldığımız bungalovların altındaydı anahtar ve oraya nasıl gittiği hakkında Nazan’ın hiçbir fikri yoktu. Şeytan aldı götürdü satamadan getirdi dedik biz tabii. İşte tam da o an:
Akşam yemeğine oturmak üzereyken, ekibin geri kalanı da biraz üşümüş bir halde yanımıza geldi. İşte artık eğlenme ve yemek yeme vakti gelmişti. Dev şöminenin yanına kurulan masamızda sohbet koyulaştıkça takılmalar artıyor, sonunda da kahkaha tufanları birbirini kovalıyordu.
Gecenin bir yarısı biten akşam yemeğinden sonra, kendini iyi hisseden ve uykusu gelmeyen arkadaşlar şömine başında şarap içmeye giderken bazıları da mışıl mışıl uyumaya çekiliyorlardı ki biz ikinci gruba giriyorduk. Ayakucumuzda elektrikli ısıtıcı, başucumuzda şömine olmak kaydıyla uykuya daldık.
Sabah saat 6’da uyanacağımız sanki içimizde doğmuştu. Burası köy yeriydi ve her köy ortamında olduğu gibi burada da “uyku bölen canavarları” vardı. Büyük gayretlerden sonra bu canavarlardan birini resimlemeyi başarmıştım. Çıkardıklar garip ses hala kulaklarımda: ü-ürü-üüüüüüü gibi bir şeydi…
Sabah saat 6’da olmasa da çok da geç sayılmayacak bir saatte kahvaltıda hazır bulunduk. Bir önceki gelişimizde bize açılan adisyona “kahvaltı hayvanları” olarak isim yazdırdığımız için garsonların bizi tanıması zor olamamıştı… Bilumum ekstra kahvaltılığı da bu sayede masamıza getirtmiştik. Bu işlerin baş mimarı da tahmin edebileceğiniz gibi Oytun Pınar’dı.
En beğendiğimiz ekstraların başında “karakovan balı” ve “fıstık-kayısı” ikilisi gelmişti. Çeşit çeşit peynir, halis tereyağı ve zeytin, sızma zeytınyağı gibi yan unsurları da saymadan geçemeyeceğim.
Harika geçen iki günün sonuna gelmek üzereydik ve bu haliyle bizi üzüyordu.
Eeeeee öyle ya, hayatınızda kaç kere yeşil başlı gövel ördekleri elinizle beslediniz?
Ya da kaç kere direkt dağdan gelen pınar suyunu, ağzınızı dayayarak kana kana içtiniz?
Kaç kere bembeyaz ördekler, heybetli horozlar ve şirin kediler kaldığınız yere kadar şize eşlik ettiler.
Burada keyfoturaklarından da çok vardı. Bir sonraki geliş planlarımızı yapmakiçin bunlardan güzel yer mi bulacaktık sanki?
Baharda buraya kesin olarak ve daha büyük bir grupla gelmeye işte tam da bu sıralarda karar verdik. Birbirini gerçekten seven insanlar ve harika bir yer. İnsan başka ne isteyebilir ki? Ha bir de güzel bir hava isteyebilir tabii . eeee o da hakkı.
Tam bu sıralarda İstanbul’daki bir arkadaşla telefonda konuştuğumuzda, burada olmaktan aldığımız haz 5 katına çıkmıştı. Çünkü o arkadaşlarımız arabalarının üstündeki karları temizliyorlardı. Hey güzelim Türkiye be sen nelere kadirsin
Her güzel şeyin bir sonu vardır. İşte o an. Yola çıkmak için hazırlıklar tamamlanıyor. Bu sırada Milas- Bafa üzerinden dönmeye karar veriyoruz. Yolumuz 100Km daha uzuyor ama kimse bunu sallamıyor.
Bu gezide hemen herkeste telsiz var. Dolayısıyla iletişim tam. Bunu rahatlığı ve keyfi de bir başka tabii. Bizim gibi gezen gruplara şiddetle tavsiye ediyoruz. Dikkat edilecek nokta ise, konsantrenin yoğun olması gereken yerlerde bu telsizlerin kullanılmaması. Bunun dışında yolculuğa ayrı bir keyif kattığı tam bir gerçek.
Hepinizin affına sığınarak bir iki resim daha koyacağım. Dönüş yolu üzerindeki Söke’ye pike yapıyoruz. Çünkü burada muhteşem bir kebapçı var. Kuşadası tarafında Söke’nin içine doğru girdiğinizde az ilerideki BP benzin istasyonunun içindeki yer. Süper, süper…
Hep birlikte oyumuzu lahmacundan yana kullanıyoruz. Yani beyti, patlıcanlı kebap falan da çok güzel ama birincilik, lahmacunun. Fırın yaklaşık bir saat boyunca bize çalışıyor. Bunun nedeni ise, buzluğa koymak üzere eve götürmek üzere verdiğimiz siparişler. Tam 100 adet lahmacun paketleniyor bizim için.
İşte böyle. Harika iki gün, muhteşem dostluklar, nefis yemekler, doyumsuz sohbetler… Mahşerin beş atlısı ve bir arabalısı, hepinize sevgi ve saygılarını sunar, gamsız ve karsız günler dilerler…
_________________ Zafer AKÇAY
OMM-IAM Senior Observer
İzmir
Keyfoturağı, keyif durağında geliyor yanlış anlamadıysam ama diğerini anlamadım
Bence de "Keyif Oturağı"ndan geliyor Ulama yapılınca "i" düşüyor ve bileşik bir kelime çıkıyor. Ama ilk balışta "hööö" olmamak elde değil tabii...
Evet diğerini çözecek babayiğit aranıyor
Oğuz teşekkürler güzel sözlerin için... _________________ Zafer AKÇAY
OMM-IAM Senior Observer
İzmir
Kayıt: Oct 06, 2003 Mesajlar: 749 Nerden: istanbul
Tarih: Pts Şub 14, 2005 8:16 am Mesaj konusu:
aaah ah... İzmirli gamsızların şubat ortasındaki gezilerini görünce 'motora binmek istiyorsan oralarda yaşayacaksın' diyorum kendime.
daha düne kadar kar altındaydı istanbul, bırakın motoru arabayla bile çıkmak imkansızdı nerdeyse. Bir de şu izmire bakın; gezin gezin, bizim yerimize de gezin.
helal size
Uğur abiye hafta sonu mesaj atmıştım (başka konuda) ve sormuştum: "Gezmiyor musunuz, yoksa gezip de yazmıyor musunuz?" diye.
Çok güzel gezmişsiniz. Artık gezilen yerleri not etmem gerektiğini düşünmeye başladım.
Telsiz olayı da çözüldüğüne göre, geriye gps kalıyor, o da olunca, artık "yemeden geçilmeyecek" yerlerin koordinatları verirsiniz _________________ 72' Ahmet ERTÜR
70' BMW R 75/5 (Yorgun Frolayn)
05' BMW R 1200 GS (Sarı Şekerim)
05' Kanuni 125 Cheetah (Kara Uçurtma)
CR'dan güvenli sürüş önerisi: Motorumuzu bir gün çocuğumuzun sürmesini isteyeceğimiz gibi sürelim!
En son coolrider tarafından Pts Şub 14, 2005 8:33 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Yani yorum yapilacak o kadar sey var ki...
Ama ben sunlari diyecegim:
- Baba adayi olmak super bir duygu , her sabah o dusunce ile uyaniyorsunuz. Motoru hic birseye degismem derdim (ki beni taniyanlar bilir , benim arabam sadece 4 ay olabildi , derhal satip tekrar motoa donmustum , buradaki de kayinbiraderin - dayi adayinin - araci) ama cocuk bu dusuncemi degistirdi.
- Gezilere motorsuz katilmak igrenc bir duygu. Zaferi yakalayacagim diye arabada herkesi perisan ettim. Motorla gitsek daha az zarar gorurdu tombuk makarnam...
- Sehirde iyice korelmisiz biz..... Doga , temiz hava vs vs.. Dun aksam izmir'e girince aptal gibi olduk .. Ulen piyango......
Herkese sevgiler..
Oytun the one light burner _________________ www.gamsizseyyah.com www.fotokritik.com
----------------------------
M.Oytun PINAR
(Izmir'li "Homer")
532 5473288
Zafer abi yine çok güzel bir yazı olmuş ellerine sağlık bir daha gittiğinizde gezinin bira sponsoru olarak katılmak isterim Herkese sevgiler _________________ Esen PINAR '77
Motorsuz motorcu (Şimdilik)
esen.pinar@turktuborg.com.tr
Eh be Zafer, insan bu kadar mi imrendirilir? Yine nefis bir gezi, resimler ve anlatim olmus. Bir solukta okudum. Ben kaza sonrasi hala dogru durust motorla yol yapmis degilim, herhalde ilk uzun yolumu da Izmir'e yapacagimdir cici motorumla. _________________ Sevgiler.
V.Ahmet PINAR - IST. & Geyikli
Turkiye durmaksizin doguya giden bir gemidir, bazilari bu geminin guvertesinde batiya dogru kosarak batiya gittiklerini sanarlar (Filozof Sakallı Celal).
sebnem ve oytun, her ikinizi de kutluyorum
oytun simdiden sidecar arastirmalarina baslayabilirsin...
hido
Tesekkurler Hidayet'cigim.. Yakinda baslarim zaten topic acmaya "Motorda cocuk tasinir mi? " Sidecar nerede yapilir hodo hodo hoy?" diye
Saka bir yana cok guzel bir duygu bu... Neyse , topic'in disina cikmayalim , Huylu amca kizmasin sonra ?!!
Ahmet agabey , bekliyoruz nokta Lafi uzatmayacagim , sen anlamissindir _________________ www.gamsizseyyah.com www.fotokritik.com
----------------------------
M.Oytun PINAR
(Izmir'li "Homer")
532 5473288
Arkadaşlar sağolun güzel düşünceleriniz için. İnşallah hepbirlikte de gezeriz bir gün...
coolrider demiş ki:
Uğur abiye hafta sonu mesaj atmıştım (başka konuda) ve sormuştum: "Gezmiyor musunuz, yoksa gezip de yazmıyor musunuz?" diye.
Geziyoruz Ahmet ama kör kör gözüne parmağım yapmak istemiyoruz pek son iki haftada da gezdik ama yazmadık. Özellikle İstanbul karlar altındayken gezi yazmak kolay değil inan...
ESO77 demiş ki:
Zafer abi yine çok güzel bir yazı olmuş ellerine sağlık bir daha gittiğinizde gezinin bira sponsoru olarak katılmak isterim Herkese sevgiler
Ooooo Esen yaw sen ne diyorsun. Hemen kabul ediyoruz.
VAP53 demiş ki:
Ben kaza sonrasi hala dogru durust motorla yol yapmis degilim, herhalde ilk uzun yolumu da Izmir'e yapacagimdir cici motorumla.
Bu konuda verilmiş bir sözün var zaten, hatırlatırım yani _________________ Zafer AKÇAY
OMM-IAM Senior Observer
İzmir
Bu forumda yeni konular açamazsınız Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız